karantina günleri

dışarıda çektiğim son fotoğraflardan biri. bu yazıyı da evgeny grinko dinlerken yazdım.

evde kaçıncı günüm olduğunu bilmiyorum artık. rahmetli barış manço da mı böyle saymamıştır köyden göçtükten sonraki yılları. şubattan beri takip ediyorum virüs haberlerini ve an itibariyle mart sonundayız. fi tarihinde birisine demiştim ki, kış ne kadar uzun ve çetin geçerse geçsin bahar mutlaka gelir. dünya virüsle boğuşurken de bahar yine geldi. güneş gülümsemeye, çiçekler açmaya başladı. kuşlar uçmaya, kediler kendilerini sevdirmemeye devam ediyor. ve evet, biz görüşmeyeli de mevsimler geldi geçti.

son yazımda iran ve italya aynı kategoride anılır oldu demiştim ya, artık her yer aynı. virüs tek, biz hepimiz. aslında öyle görünse de şu durumda bile eşit değiliz bir taraftan da. değil kendileri yedi sülaleleri dışarı çıkmasa onları geçindirebilecek kadar parası olan insanlar asgari ücretle hayatta kalabilmek için dışarı çıkmak zorunda olanlara milyon dolarlık yalılarından, villalarından evde kal çağrısı yapıyor, insanlar mecburen çıkınca da sorumsuz diye yaftalayıp kızıyorlar. ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler gibi. hakikaten tarih hep tekerrürden mi ibaret.

ingiltere’de önce herhangi bir tedbir alınmadı. okullar devam ettiği için ben de buradaki rutin hayatıma devam ettim. ilginç mi bilmiyorum ama vaka sayısı her gün artarken, kelimenin tam anlamıyla hiçbir tedbir alınmamışken ve ingiltere sağlık sisteminin ne kadar kötü olduğu da dillere destanken ben hiç korkmadım. bir an bile. gurbet ellerde ya bir başıma hastalanırsam, ya ölürsem gibi şeyler hiç aklıma gelmedi. ya da şöyle söylemek daha doğru olur belki, bu ihtimallerin farkında olmama rağmen, zaman zaman atmosferden bunalsam da kendim için hiç korkmadım. gerçi daha önce de benim için riskli olabilecek şeyleri hiç korkmadan yapmışlığım var ama ne bileyim. bu kadar korkmamak normal mi?

sonra vaka sayısı çok hızlı artmaya başlayınca hükümet artık tedbirler almaya ve bunları aşamalı olarak artırmaya başladı. bir akşam ülkenin tamamına sokağa çıkma yasağı geleceği dedikodusu yayıldı. 2016’da Ankara’da patlamaların üst üste yaşandığı dönemde hiç kimsenin ilk kimin başlattığını bilmediği ses kayıtları herkese ulaşırdı. birinin kuzeninin arkadaşı bilmem nerede çalışıyormuş, kesin bilgiymiş o gün oradan geçmeyin orada patlama olacakmış, buraya gitmeyin bilmem ne varmış. ben avrupa’da böyle değil sanıyordum, burada da böyleymiş. öyle olunca biz de ev arkadaşım, sevgilisi, sevgilisinin ev arkadaşı ve ben markete gittik. sokağa çıkma yasağına hazırlık yapmak için devasa marketlerin bomboş kalmış reyonlarında işe yarar malzemeler aradık. tuvalet kağıdı tükeneli zaten bir ay olmuştu da (2020 covid-19 pandemisi tuvalet kağıdı krizi) makarna ve ekmek de bulamadık. ama üzülmeyin sonra küçük yerel bir türk marketinden alabildik onları. bir de bir marketten diğerine giderken arada dönmemiz gereken yolu kaçırdık. öyle olunca tek şeritli yolda baya ileriden bir yerden başka bir yol tarif etti navigasyon. şöyle bir roman giriş cümlesi olabilirdi mesela o an; “katil virüsün esir aldığı kasabada o akşam hiçbir hayat belirtisi yoktu, hissedilen tek şey yağmur ve korkuydu.”

sanırım on gündür ya da bilmiyorum işte bir haftadan fazladır evde yalnız yaşıyorum. ilk iki üç gün evde diğerleri gittikten sonra temizlik yapmakla geçti. gözünüzde canlandırmak isterseniz bayram temizliği gibi diyebilirim. cam bile sildim. iyi haber, spor yapmaya başladım. bahçede önce güneşi selamlayıp gökyüzünü izliyorum bir süre. sonra da -sadakat konusunda hiç iyi olmadığı için kendisiyle aramız bazen bozulsa da- nazım’ı selamlıyorum.

bugün pazar. 
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün 
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım...

diğer iyi haberler, plankta iki dakikadan fazla zorlanmadan durabiliyorum. uzun süre spor yapabilecek kadar dayanıklıyım. esnekliğim de fena değil. yorgunluktan ölmüş biçimde eve gelip hazır pizzayı fırına verme devri de sona erdi. spor sonrası düzgün birşeyler yemek istediğim ve evde vaktim olduğu için, mutfağı da temizlediğim ve gönül rahatlığıyla kullanabildiğim için düzenli yemek yapıp yiyorum. bunun ne demek olduğunu gün boyu bir şey yemese eksikliğini hissetmeyecek kadar yemekle alakası olmayanlar anlar. kendi kendime yetebilen bir birey olduğumu da bir kez daha fark ettim. şimdilik iyi gidiyoruz ben, kendim ve sevgilim. hem de dizi-film-oyun üçgeni olmadan. tamam belki biraz sosyal medya olabilir.

kötü haberler, ülkemizde vaka sayısı rekor bir hızla artıyor ve olası krizlerin hiçbirine devletin hazır olduğunu ne yazık ki düşünmüyorum. ailem, sevdiklerim, ülkem ve geleceğim(iz) adına endişelerim günden güne çığ gibi büyüyor. italya için de içim yanıyor her akşam. günlük ölüm sayısı uzun süredir 600’den aşağı düşmüyor. tam hızı azaldı derken yeniden fırlıyor. bir savaş olsa ancak bu kadar etkilenirlerdi herhalde. dünya genelinde işler bu kadar ciddileşmeden önce de onlar için üzülüyordum. bu arada italya’ya hiç gitmedim, orada yaşayan hiçbir tanıdığım veya italyan bir arkadaşım yok. birinin acısını hissetmek için illa benim de başıma aynı şeyin gelmesine gerek duymuyorum. sadece aynı yerden yaralandığım insanların acısını paylaşmıyorum. tamam onlarla birbirimizi daha kolay anlıyor olabiliriz belki ama hissetmenin anlamaktan bağımsız ve onun ötesinde bir şey olduğuna ve neşet babanın dediği kalpten kalbe görülmeyen bir yolun varlığına inanıyorum. savaştan, açlıktan, hastalıktan ya da adaletsizlikten canı yanmış insanlar varken onların gözyaşları arasında ırk, dil, din, ideoloji ayrımı yapanları insan yerine koyamıyor, sadece kendi mahallesinin sesini duy(ur)anların serzenişlerini, hak arayışlarını üzgünüm ama samimi bulamıyorum. canımı yakan insanlar için bile, kabul bir şey olsa karalar bağlamam belki ama yine de inşallah bu virüs onlara da bulaşır da ölürler demeye dilim varmıyor. bunu diyenlere de kızamasam da ben yine de hep affetmeyi seçiyorum.

ve iyi mi kötü mü olduğunu henüz kestiremediğim son haber, bu karantina bitip her şey geçtikten, hayat normale döndükten sonra koşarak hatta uçarak yanına gidip sımsıkı sarılmak istediğim kimse yok.

2 Yorum

  1. sakuraaac dedi ki:

    Ben herşey sona erdiğinde -hala bizi terketmemiş olursa—içimizdeki insan sevgisine ve sosyal mesafe stresi yaşamadan herkese sarılmak istiyorum🌝

    Liked by 1 kişi

    1. herkese sarılmak isteyebildiğiniz için şanslısınız bence. umarım bunu kaybetmezsiniz ve dileğiniz gerçekleşir 🎈

      Beğen

Yorum bırakın