uçurtmalar

iyi geceler sevgili okuyucu

kim olduğunu ve nerede yaşadığını bilmiyorum tıpkı yaşamını anlamlı kılan şeyin ne olduğunu bilmediğim gibi.

bana gelince, kim olduğum sorusuna verecek ismimden öte bir cevabım hala yok. inanır mısın nerede yaşadığım bile muallak. göç’ü yazdığımda bu şehre yeni gelmiştim, geçici olarak bir yerde kalıyordum ve başımı sokacak kalıcı bir yer arıyordum. aradan geçen zamanda o gün anne rahmine üflenmiş ruhlar bugün belki de artık mevcudiyet bulmuşken ben bulamadım. arada yine başka bir şehre taşınıp buraya geri döndükten sonra şimdi yine kalacak bir yer arıyorum. yine valizlerim depodan hallice herhangi bir odanın bir köşesinde ben diğer köşesinde emaneten bekliyoruz neyi beklediğimizi bilmeden. artık eminim, hayat denilen şey sonu meçhul bekleyişler bütünü.

iskoçya, 1 yıl önce

3 gün önce ingiltere’nin en az 6 ay sürecek güzden sert, zemheriden hafif, bol rüzgarlı ve yağmurlu gri mevsimi başladı. sicim gibi yağan yağmurda ev aradım, yağmur bir taraftan arabaların üzerime sıçrattığı sular diğer taraftan derken sıçan gibi ıslandım ve hiçbir yer bulamadım. uzun süredir kontratsız, kafam attığı an çekip gidebilirim, hiçbir yerde kalmak zorunda değilim, beni bağlayan hiçbir şey yok bilgisiyle yaşıyorum. belki kimileri buna köksüzlük der ama ben özgürlük diyorum. sanırım artık evsizleri bir nebze anlıyorum. bundan ürkmeli miyim? diğer taraftan da, yersizlik yurtsuzluk ve saire değil lakin bu rüzgarda oradan oraya savrulan uçurtma misali halim nereye varacak diye düşünüyorum; yanlış anlamayın şikayetçi değilim, sadece merak ediyorum.

başka türlü bir hayat mümkün müydü? mümkündü belki ama bunca yorgunluğuma rağmen yine de başka türlü bir hayat da hala hayal edemiyorum, istemediğimden olsa gerek kendimi oturtamıyorum başka bir resmin içine. mesela türkiye’de bir devlet dairesinde 8-5 çalışan bir memur olmadığım için mutluyum, 20 yıl ödeyeceğim bir mortgage kredim olmadığım için de, 3+1 evinde bilmem kaç parça yemek takımlarıyla eltisiyle kayınvalidesinin dedikodusunu yapan bir kadın olmadığım için de. kocamın ya da kayınpederimin parasıyla lüks arabalarla lüks tatiller yapamadığım için de hiç üzgün değilim. ama hala karavanımı bir ormana süremediğim için üzgünüm ya da bisikletle uzun bir yola gidemediğim için, bir kamp ateşi etrafında belki de oracıkta tanıştığım insanlarla henüz bir gece geçirmediğim için üzgünüm. insan mayasında ne varsa onu yaşamaya mecbur ve de meftun galiba.

bu yazıyı yazarken yabancı bir arkadaşım, ben aslında ne kadar da sıcak biri olduğumu düşünürken(!), çok kalın ve yüksek duvarlarım olduğunu söyledi. “öyle hissediyorum ki herkesle bir yere kadar yakınsın ama insanları içeri almıyorsun ne yakın arkadaş olarak ne de sevgili olarak” dedi. kapıyı hiç açmadığım ya da kapıdan çevirdiğim yüzler geçti gözlerimin önünden. halbuki bazıları ne kadar da iyi insanlardı. bir an ne diyeceğimi bilemedim. ona cevap verememem çok mühim değildi de kendime de veremedim.

sanırım artık o kadar canım istemiyor, o kadar mecalim yok ki birilerine kendimi anlatmaya, inanmaya, güvenmeye, gücenmeye, herhangi bir ilişki için emek vermeye, af dilemeye, affetmeye… 28 yaşımda bu raddeye gelmiş olmayı hiç hayal etmemiştim ama zaten çoğunlukla işler hayal ettiğimiz gibi gitmez, zahmeti başımız üstüne deyip çektiğimiz bekleyişler sonra bir anlam ifade etmez. bir şey hayal etmemek, bir şey beklememek gerek.

hasılıkelam, bu sonu gelmeyen taşınmalar, etrafımda sürekli değişen yerler, yüzler asıl mekanın buralar olmadığını, düşmüşlüğümü ve fırlatılmışlığımı* yüzüme vuruyor soğuk ve sert bir tokat gibi. dünyanın neresinde yaşarsam yaşayayım, nerede kalırsam kalayım bu gurbet hissi bitecek gibi değil, bu dünya kök salınacak bir yer değil, zira buna değer bir yer de değil. into this house, we’re born. into this world, we’re thrown**. her şeyi bir nebze de olsa anlıyorum, kabulleniyorum, bir şekilde idare de ediyorum da sancımaktan bıkmayan yanımı nasıl kesip atacağımı, nereye fırlatacağımı bilemiyorum. gönül bağı göbek bağından karmaşıkmış, sarmaşıkmış, hakikaten ipleri dolaşmış uçurtmalar misali kalınca öyle ne kendi yoluna gidilirmiş ne de beraber uçulurmuş.

bu masal da yine önü sonu olmayan bir bekleyişmiş.

*: dasein, heidegger

**: the doors-riders on the storm